KÜRESELLEŞME
SÜRECİNDE EŞİTSİZ İLİŞKİLER;
MAI, MIGA, “Washington Consensus”, ICSID
ve TÜRKİYE GERÇEĞİ : KAPİTÜLASYONLAR !
III ncü Millenium’a bir yıldan az bir süre kala, Dünya gündemi büyük bir değişimi konuşuyor. Globalleşme olarak adlandırılan bu gündem yüzeysel ve görünür anlamda ekonomik ağırlıklı boyuta sahip olduğu izlenimini verse de bu boyutun yanında daha bunun kadar önemli bir çok boyuta sahip olduğu bir gerçektir.
“Küreselleşme esasta sadece ekonomik bir olgu değil; kültürel, siyasi, sosyal, hukuki ve uluslar arası boyutları da var. Kültürel faktörü dışlayarak sadece ekonomik donelerle izah edilecek bir küreselleşme eksik kalacaktır. Eğitim sisteminde yaşama ve davranış biçimine, beslenmeden müzik ve eğlence biçimine, giyim kuşamdan hayatı algılama anlayışına kadar bir çok alanda ABD ve Batı değerlerine özgü kalıplar, günümüzde bütün milli kalıpları zorluyor ve değişimi, kendi biçimine uygun şekillendiriyor. Bu değişimde kimse kimseye bildiğimiz anlamda baskı yapmıyor; Sadece insan psikolojisinin en güçlüye benzeme, ondan ayrılmama eğilimi rol oynuyor. Aslında ABD’nin kitle kültürü oluşturmadaki üstünlüğü çok açık, herkesi aynı potada kolayca kaynatabiliyor” (1)
Küreselleşme gündeme
özellikle Doğu Blokunun çöküşü sırasında geldi. ABD ve Avrupa üretime yönelik
maliyetleri azaltmak, kendi çevrelerini kirletmemek ve benzeri bazı nedenlerle
Dünya Bankası ve GATT (Dünya Ticaret Örgütü) organizasyonunda IMF vasıtasıyla
ekonomik merkezli olarak önü açıldı.
Anglosakson kaynaklı bir ekonomik politika olan küreselleşme politikaları, 1980’lerde
yayılmaya başladı ve dünyada bir kabul gördü. Biz bunu şöylece de tanımlayabiliriz;
“Washington Consensus” Çünkü bu politikaya dayalı tüm alt yapı Washington’da
mevcuttu. Wall street, Banka Merkezleri, GATT,....
“Washington Cousensus
birbirini tamamlayan iki parçadan oluşuyordu. Birincisi, ekonomik krizi aşmanın
ve bir daha ortaya çıkmasını önlemenin yolu piyasaları kendi hallerine bırakmak.
Devlet mücadelesi piyasaların dengeye gelme eğilimini bozar. Piyasalar kendi
kendilerine nasıl olsa dengeye gelirler...
İkincisi zenginlerin vergiler yoluyla yoksulları, işsizleri sübvanse etmesi
ekonomik olarak gereksizdir. Ekonomik kriz aşılmaya başlanınca yoksullarda yoksulluktan
zaten kurtulacaktır..(2)
Bu egemen anlayış 1990’larda özellikle soğuk savaşın bitmesinden sonra hem ekonomik hem de siyasi iki değişiklik yaşadı. Ekonomik alanda, piyasaların kendi haline bırakılmaları önermesi, hızla “malı piyasaların kendi haline bırakıldıkları takdirde dengeye gelme eğiliminde” olduğu önermesine dönüştü. Siyasi alandaysa ABD Harvard Üniversitesinden Prof. Jeffery Sachs’ın deyişiyle “ABD, küresel kapitalizme geçiş sürecini sahneye koymaya ve yönetmeye koyuldu.” (The Economist, 12/09/1998) Sahneye konmaya çabalanan bu senaryoya göre, ABD liderliğinde, Avrupa ve Japonya küresel istikrarı sağlayacak uluslar arası yasaları yapacaklar, IMF/Dünya Bankası ve Dünya Ticaret örgütü (hatta MAI) de eski sosyalist ülkelerle Afrika, Latin Amerika ve Uzakdoğu’yu birbirine bağlayarak küresel bir sistem oluşturacaktı. Bu küresel sistemin oluşmasının en önemli bileşeniyse, sermayenin küresel alanda dolaşımının önündeki engellerin kaldırılmasıydı. 1990’larda, gelişmiş kapitalist ülkelerde ve “yükselmekte olan piyasalar” ın iş ve hükümet çevrelerinde kabul gören bu görüş, ABD Hazine Bakanlığı – Wall Street’teki yatırım bankaları – IMF/Dünya Bankası ekseni üzerinde şekillendiği ve işlendiği için de buna “Washington Consensus” deniyordu....” (3)
Bu gelişimin paralelinde küreselleşmeyi savunanlar yaşanan bu sürecin doğal ve kabul edilebilir olduğu, bu sürece uyum sağlamaya çalışarak, yükselen bir değer olan “küreselleşme” yoluyla daha fazla çıkar elde edilebileceğini söylemektedirler.
Bu fikre karşı olanlar ise, küreselleşmenin insanları mutluluğa götürecek bir sonuca ulaşamayacağını, fakirin daha fakir, zenginin daha da zengin olacağını söylemektedirler.
Gerçekten son
birkaç olay ikinci yaklaşımın daha doğru olduğunu göstermektedir. Küreselleşme
politikalarından vazgeçen devletler ortaya çıktı ve bu tavırları bazı çevrelerde
haklılıkla karşılandı. (Malezya)
Dünyadaki genel kriz ve yaşanan gelişmeler “Washington Consensus'un çöküşe doğru
gittiğini gösterse de, uluslararası platformdaki girişimler bu Consensus’u daha
da güçlü kılmaya doğru adımlar atıldığını gösteriyor.
Küreselliğin sonuca yönelik faydaları ve nedenleri açısından ABD ve Avrupa ülkelerine
bazı katkıları olacaktı. Bunlardan bazılarını şöylece örnekleyebiliriz:
- Teknoloji, iletişim ve ulaşımdaki hızlı gelişme küreselleşmenin alt yapısını
oluşturmada kolaylık sağlamaktadır.
- ABD ve Avrupa’da biriken sermayenin yatırıma dönük olarak riskleri dağıtmasına
elvermektedir.
- Gelişmiş ülkelerde doymuş olan pazarların yerine doymamış yeni pazarlar bulunmaktadır.
- Gelişmiş ülkelerdeki üretim maliyetinin, diğer ülkelere göre daha fazla olması,
karlılığın azalması nedeniyle ucuz işgücü ve yeni pazarların daha rantabl olduğu,
bu politikayı desteklemektedir.
- Gelişmiş ülkelerde sanayi yatırımlarının çevre sorunları doğurması, bu sorunların
diğer dünya ülkelerine aktarılması isteğinin var olması, yeni sanayi yatırımlarını
az gelişmiş ülkelere yönlendirmektedir.
- Gelişmekte olan ülkelere, gelişmiş ülkelerin elindeki eski teknolojinin satılabilmesi
imkanı oluşturulmaktadır.
- Uluslar arası sermaye, kendi aralarında şirket evlilikleri yaparak, rekabet
şanslarını artırmaktadırlar.
Türkiye küreselleşme
kavramı içine fiilen 7/Ekim/1988 tarihinde kanun hükmünde bir kararname ile
girmiştir. Dünya bankası tarafından ortaya atılan; “ÇOK TARAFLI YATIRIM GARANTİ
SÖZLEŞMESİ / MIGA” ile “Devletler ve diğer devletlerin vatandaşları arasındaki
yatırım uyuşmazlıklarının çözümlenmesi hakkındaki sözleşme / ICSID” ın altına
imza koyan ve MIGA’nın kurucusu olan Türkiye, bu imza ile şu kısıtlamalar tabi
oluyordu:
“Bu iki sözleşme taraf ülkede mevcut ve gelecek yabancı yatırımları döviz transferi,
kamulaştırma ve benzeri tedbirler, yabancı yatırımcıya ikili sözleşmelerle verilmiş
hakların ihlali; savaş ve iç kargaşa hallerinden doğacak sorunlara karşı etkili
yaptırımlarla koruma altına alıyor:
- Garanti sahibi yabancı şirketleri, yatırımın mülkiyetinden veya denetiminden
veya elde edeceği önemli bir çıkardan mahrum edecek şekilde, idari ve hukuki
tedbirler alamaz.
- Garanti verdiği yabancı şirketler veya yatırımlarla yaptığı sözleşmeyi herhangi
bir şekil ve gerekçeyle ihlal edemez, tanımamaya kalkışamaz.
- Yabancı şirketlerin veya yatırımcıların döviz transferi taleplerini bekletmeden
yerine getirmek zorundadır. MIGA sözleşmesi bu konuda geçerli mazeretlerden
kaynaklanabilecek makul süreye dahi izin vermez.
- MIGA ve ICSID sözleşmelerindeki yükümlülüklerinden herhangibirini yerine getirmez
veya zorunlu nedenlerle yerine getirmekte başarısız kalırsa, MIGA üyeliği askıya
alınır. MIGA sözleşmesinin 52 nci maddesine göre askıya alma, toplam oygücünün
çoğunluğuna sahip üyelerin salt çoğunluğunun kararıyla olur.
Burada bir parantez
açalım: Anılan maddeye göre, MIGA’ya asli üye olarak katılan 21 sanayileşmiş
ülkenin toplam oygücü % 59.4’tür. Türkiye’nin de dahil bulunduğu gelişme yolundaki
128 ülkenin toplam oygücü de % 40.6’dır. Yani MIGA’da karar, yargılama ve yaptırım
yetkisi sadece 21 ülkeye aittir; sözleşmenin amaçları bakımından önemli 128
gelişme yolundaki ülke ise, sadece yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadır,
hepsi bu...” (4)
Bu sözleşmeler; kapitalizmi küreselleştirme ve güçlü ülkelerin lehine eşitliklerin
bozulmasına, “karşılıklı yarar anlayışı” kavramının yok olmasına olanak tanıyor.
Aslında Türkiye’nin kurucu ortağı olduğu MIGA ’nın bazı şartları, yerel yönetimlerin
üzerinde yaptırımlar ve kısıtlamalar da getirmektedir. Bu kısıtlama ve yaptırımlar,
Türkiye’nin de altına imza koyduğu “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”
adlı milletlerarası anlaşmaya da aykırıdır.
Özerk yerel yönetim kavramı bu antlaşmada şöyle tanımlanmaktadır:
“Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar
çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında
ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkanı
anlamı taşır.”
Aynı antlaşmanın
kapsam bölümünde ise;
“Yerel makamlara verilen yetkiler normal olarak tam ve münhasırdır. Kanunda
öngörülen durumların dışında, bu yetkiler öteki merkezi veya bölgesel makamlar
tarafından zayıflatılamaz veya sınırlandırılamaz.”
Ayrıca, özerk yerel yönetimlerin yasal korunması ile ilgili de 11 nci madde
şöyledir:
“Yerel yönetimler kendi yetkilerinin serbestçe kullanımı ile anayasa veya ulusal
mevzuat tarafından belirlenmiş olan özerk yönetim ilkelerine riayetin sağlanması
amacıyla yargı yoluna başvurma hakkına sahip olacaklardır.”
MIGA Garantisi ile Türkiye’de yapılan yatırımların ulusal hukukumuza aykırı
olarak gerçekleştirilenlerden çoğu özelleştirme yolu ile ortaya çıkmıştır.
“En kötü plan, plansızlıktan iyidir” kavramına benzer bu konu ile ilgili olarak
“En kötü özelleştirme, özelleştirmesizlikten iyidir” kavramını benimseyen yöneticiler
özelleştirmeye karşı olmayı neredeyse yalnız kalma uğruna medeni cesaret simgesi
olmaya dönüştürebilecek çıkışları şiddetle eleştirmektedirler. Yargı kararları
olmasına rağmen merkezi yönetim bu yargı kararlarını uygulamamaktadır. Örneğin
POAŞ, SEK ve EBK özelleştirmeleri yasalara aykırı olarak yapılmıştır. Bergama
Siyanürlü Altına karşı yatırım uygulanamamakta, Akkuyu’da kurulacak santralın
nükleer atıkları, Toroslar'a gömülebilecektir.
MIGA ve ICSID
yanında, GATT kapsamında yeni bir uluslararası sözleşme taslağı hazırlanmakta,
1999’un 29 Nisan'ında uygulamaya yönelik çabalar sürmektedir.
MAI, “Multilateral Agreement on Investment” (Çok taraflı yatırım anlaşması),
yatırımların desteklenerek yeni iş alanları yaratılması amacıyla küreselleşmenin
vardığı son nokta. MAI’nin kapsamına girecek ülkeler şu sonuçlara katlanmak
zorunda kalacaklar:
1-) Doğal kaynaklar, emlak, iletişim ve medya gibi alanlarda dahil olmak üzere
tüm ekonomik sektörlerini yabancı mülkiyetine açacak,
2-) Yabancı yatırımcılara yerli firmalarla aynı muameleyi yapacak,
3-) Sermaye aktarımına getirilen sınırlamaları ve pazara sokmak için öne sürülen
şartları kaldıracak,
4-) Mantıksız yönetmelikler ya da müsadere yüzünden malları kamulaştıran yatırımcının
bütün zararını tazmin edecek,
5-) Yasaları eğer MAI’ nin kurallarını ihlal ediyorsa, yatırımcıların uluslararası
platformlarda hükümetlere dava açmasına izin veren “Sorun çözücü süreç” i kabul
edecek,
6-) Hem devletin ve hem de yerel yönetimlerin MAI ’ye uyacağına dair garanti
vermek. (5)
Hem MAI müzakere metninde yazanlar, hem MIGA garanti şartları ve ICSID yaptırımları
(tahkim kuralları) ve bunun yanında özelleştirme yasasından doğan haklara özelleştirme
kurulu, her geçen gün gelişmekte olan bir ülke olan Türkiye’de demokrasi, planlama,
fikri mülkiyet hakları, ve her konuda gelişmiş ülkelerin hegemonya’ sına sokmaktadır.
Yerel yönetimlerin yetkileri kısıtlanmakta, planlamaya aykırı yapılaşmalar yapılmakta,
ancak müdahale edilememektedir. Çok uluslu şirketler, yerli şirketlerden daha
üstün haklara sahip olmaktadırlar. Bu haklara sahip olan çok uluslu şirketlerin
kendi plancı ve mimarlarına yaptıracağı işlerde de öncelikle ne olursa olsun
kazancı düşüneceği doğrultusunda hizmet ürettirecekleri bir gerçektir. Aksi
takdirde çok ulus şirket, tahmin ettiği kazancını uluslararası tahkim kuralları
ve uluslararası Ticaret Odası tahkim heyeti kararıyla, devletten tazmin edilecektir.
Çünkü Devletimiz bu anlaşmaların altına imza koyarak, tüm yaptırımları peşinen
kabul etmiştir. Bu da , Osmanlı Devletinin yıkılmasına neden olan kapitülasyonların
yeniden geriye gelmesi değil midir?
"...Çünkü Türkiye'de;
ülkenin genel çıkarlarını, toplum yararını ve doğal-kültürel-ekolojik çevre
değerlerini korumayı amaçlayan hukuk düzeni ve yasalar, siyasi kararlarla desteklenen
yatırımlar tarafından giderek daha artan bir yoğunlukta ihlal ediliyor.Mimarlar
Odası ise bu ihlaller karşısında mimarlık ve çevre değerlerini koruyabilmek
için, ağırlıklı olarak hukuksal alandaki mücadeleyi yeğliyor ve açtığı davalarla
ulusal mahkemelerin bu tür yatırımları durdurmasını sağlıyor.
Mai ile başlaması öngörülen süreçte ise; bu gibi toplumsal haklara ve çevre
deeğerlerine aykırı yatırımların, yabancı ortaklıklar içerisinde ulusal hukuk
denetimi dışına çıkarak gerçekleşmesi sağlanacaktır. Bu tür yatırımların, Mimarlar
Odası'nın Türkiye 'de savunduğu ve ülke çıkarlarıyla kültür ve doğal değerlerinin
korunmasını temel alan mimarlık ve şehircilik ilkelerini yok sayan projelerle
uygulanması ise, mimarların uluslar arası dayanışması ortamına da zarar verici
gerilimlere yol açacaktır...." (6)
Mimarlar Odası da yukarıda anlatıldığı gibi, MAI'nin Türkiye'ye neler getirebileceğini yaptığı basın açıklamasında özetlemektedir. MAI'nin yürürlüğe girmesi durumunda ortaya çıkacak olan uluslar arası "MAI MİMARLARI" diye tanımlayabileceğimiz bir grup mimar ve plancının, bölgesel kültürlerin ve hakların korunması ve geliştirilmesine pek yakın uygulamada olabileceklerini tahmin etmiyorum. Uluslar arası sermayenin salt para kazanmak amacı ile, sadece kendi çıkarlarını gözeteceği, bu anlamda yatırım yaptığı ülkedeki toplum çıkarlarını, doğal çevrenin tarihi ve kültürel değerlerin korunmasını pek de kendilerine sorun edebilecekleri söylenemez. Zaten bu tür sorunların çıkması durumunda da yaptığı yatırımının beklenen kazancı kendisine tazminat olarak dönecektir.
MAI, MIGA, ICSID gibi uluslar arası olarak ilişkilendirilmek istenen anlaşma ve organizasyonlar planlama ve mimarlık alanında büyük sorunlar doğuracaktır. Bu anlaşmalara bağımlı olarak yapılacak yatırımların gerçekleşmesi ihtimali, yatırımın yapılacağı yerdeki planlamayı, yerel yönetim düzenini, doğayı ve çevreyi en başta etkileyecektir. Planlamaya aykırı gelişmeler durdurulamayacak, buna ilişkin hukuk sistemi işletilemeyecek, bu tür yatırımlar ve bunların getirdiklerine karşı çıkılamayacaktır. Buna paralel olarak, planlama kavramını ortadan kaldıran bu tür yatırımlar, kentsel ve ülkesel altyapı sorunları da doğuracaktır. MAI sözleşmesine onay verilmesi, bir anda ülkenin her karış toprağının talan edilmesi, ve doğmamış çocukların dahi haklarının daha bugünden ipotek altına alınması anlamını taşımaktadır. Aklı başında, seçilmiş bir yönetici olarak sorumluluğunu bilen politikacılarımızın böyle bir anlaşmanın getirecekleri ve götürecekleri konusunda önceden çok iyi bir değerlendirme yapmaları ve ona göre karar üretmeleri gerektiğini sanıyor ve diliyorum.
KAYNAKÇALAR
(1) Odabaşı, Harun,Global Köyün efendileri, Kapak Dosyası, Aksiyon Dergisi.
(2) Washington Consensus Bozuluyor!, Power Dergisi Ekim 1998 ,
(3) Washington a.g.e.
(4) Eşitsiz ilişkilerde Son nokta, Taylan Erten, DÜNYA, 2/3/1998-12-02
(5) “Yatırım değil Sömürü” Radikal Dış haberler
(6) TMMOB Mimarlar Odası Basın Açıklaması 8 Ekim, 1998
DEYİM VE KISALTMALAR
MAI = Çok taraflı yatırım anlaşması
MIGA= Çok taraflı yatırım Garanti Sözleşmesi, (kurumu)
ICSID= Uluslararası Tahkim Kuralları