KENT VİZESİ
İstanbul ve İzmir büyükşehir belediye başkanlarının gündeme getirdikleri “kent vizesi” konusu hem yasal, hem de sosyal açıdan irdelenmelidir.
Anayasa, vatandaşlara seyahat ve yerleşme hürriyeti tanımaktadır. Ancak aynı anayasa, yerleşme hürriyetinin bazı hallerde kısıtlanabileceğini de belirtmektedir. Bu kısıtlama kente göç eden vatandaşlara vize uygulaması yapılabilir, şeklinde algılanmamalıdır. Anayasanın öngördüğü kısıtlamalar, İmar kanunu, Kıyı kanunu, Orman kanunu,... vb. kanunlarla ortaya konmaktadır.
İmar kanunu, arsa
ve arazilere ilişkin düzenlemelerle yerleşmenin fiziksel yapısının biçimlendirilmesini
düzenlemekte, yapılaşmaya ilişkin kurallar koymaktadır.
Orman kanunu, ormanların korunması ve geliştirilmesini, Kıyı kanunu kıyıların
kamu yararına ilişkin kullanım kurallarını ortaya koymakta, Kültür tabiat Varlıkları
Koruma kanunu da eski eserler ve sit alanları konusunda yaptırımlar ortaya koymaktadır.
Yerleşme hürriyetim var, diyerek ormanın içine ya da deniz kıyısına yani canınızın istediği yere, istediğiniz şekilde yapı yapamazsınız. İmar kanunu ve imar planlarına aykırı olarak yapı yapmak, suç teşkil etmektedir.
Merkezi ve yerel yönetimler; yerleşmeye ilişkin kısıtlamalar ortaya koyan, yerleşme düzenini biçimlendiren başta imar yasası olmak üzere bu tür yasalara aykırı yapılaşmalara zaman zaman getirmiş oldukları imar afları ile çarpık yapılaşma ve çarpık yerleşmeyi körüklemişlerdir. Toplumun bir kısmı, kentteki ranttan pay alabilmek için kente göç ederek, gecekondu ve kaçak yapılarla, her seçim dönemi yeni bir imar affı beklentisine girmişlerdir.
Gecekondu ve kaçak
yapılaşmaya göz yumulması, hatta bazı yöneticiler tarafından teşvik edilmesi,
yasalara saygılı olanlar, ve yasaları delenler olmak üzere kentlilerin ikiye
bölünmesine neden olmuşlardır. Hele hele yasaları delenlerin kent nüfusunun
yarısına kadar ulaşması ve bunlara o kentteki yerel yönetim seçimlerinde seçme
hakkı tanınması, yerel politikacıların yasa delici ve köşe dönücü bir kısım
vatandaşa bel bağlar hale gelmesine yol açmaktadır.
Kentlere göçün; o kente ait olma, kentlileşebilme çabalarını gösteren göç edenlerin
olduğu, amacın kentin bir parçası olabilmek olduğu dönemler artık çok geride
kaldı.
Kente göç ederek yasalara aykırı yerleşmeyi seçenler artık kentlileşmek ve o kente ait olmak fikrinin tam aksine davranmaktadırlar. Yasal olmayan yoldan rant elde ederek köşe dönmek, göç edilen yerlerdeki aynı hemşehrileri ile mahalleler oluşturmak, bu toplu güç ile kent yönetiminde baskı unsuru olmak amaç haline geldi. Çeteler, mafyalar oluştu. Kentlileşmeye karşı direniş başladı. Kentte yaşıyor olmalarına rağmen yaşam tarzları ile farklılaşmayı seçmeleri kentte, merkezde yaşayanlar ve varoşta yaşayanlar diye iki ayrı toplumun oluşmasına neden oldu. Hatta kent merkezinde yaşayan ve gelir düzeyi yüksek kesimde kent dışına göçü başlattı.
Kente göçün şikayetçisi olan yerel yöneticiler, insani bir olay olmayan vize konusunun önericisi olmak yerine, kendilerinin ya da daha önceki yöneticilerin hatalarını düzeltecek “yerleşme politikaları”, “planlama ve denetim faktörleri” oluşturma konusunda çaba sarf etmelidirler.
Yurt dışına çıkışta
gideceğiniz ülkenin sizden vize istiyor olması sizi ne derece rahatsız ediyorsa;
öneri, “kente vize uygulaması” daha da ağır olarak rahatsız ediyor olmalı.
Son yıllarda meydana gelen sel baskını, deprem gibi felaketlerde kaybettiğimiz
vatandaşlarımızın kentlerin kaçak yapılaşan bölgelerinde olması da öneri sahibi
yerel yöneticileri daha ciddi ve inandırıcı formüller bulmaları konusunda hızlandırıcı
bir rol oynamalıdır.