Geri

T.C.

DOKUZEYLÜL ÜNİVERSİTESİ

FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

ŞEHİR VE BÖLGE PLANLAMA ANA BİLİM DALI

KENTSEL TASARIM DOKTORA PROGRAMI


Arc.614

Architecture in the Context of Environmental Design


YÜKSEK YAPILAR

VE

İZMİR’DE YÜKSEK YAPI OLUŞUMLARI

ÜZERİNE


Yöneten

Orcan GÜNDÜZ

Prof. Dr.

 

Yazan

Z. BÜLENT TURAN

Yük. Şeh. Pln. Mimar

İzmir

Haziran 1999


İçindekiler:

 

  1. Giriş
  2. Yüksek Yapı nedir ?
  3. Yüksek yapıların Dünya ve Türkiye ortamında yapılaşması
  4. Yüksek yapılar ve planlama
  5. İzmir’de yüksek yapıların irdelenmesi
  6. Sonuç
  7. Ekler (Yüksek yapı inceleme kurulu raporları)

 


 

  1. Giriş
  2. İnsanoğlu, varoluşundan günümüze değin “Yükselme” özlemi içinde olmuştur. Tapınaklar yüksek inşa edilmiş, yüksek olan şey kutsal olarak değerlendirilmiştir. Yüksek dağların diğer dağlar içinde gerek kutsallık gerekse de diğer açılardan ayrıcalıklı bir yeri vardır. Yüksek olan şeyler, destansıdır. Himalayalar, Ağrı dağı, Alpler, And dağları ... İnsanoğlu hep yükselmek istemiştir. Uçma denemeleri de belki bu yükselme içgüdüsünün bir yansımasıdır. Belki de bu yükselme ve yüksek olana ayrı bir değer isteği, insanı daha da insan yapma duygusunu geliştirmektedir. Günümüzde dünyanın çeşitli kentlerinde yüksek yapılar artık ihtiyaç ve imaj için yapılmaktadırlar. Yerine ve zamanına göre yükselme isteği farklı niyetler taşımaktadır.

     

  3. Yüksek yapı nedir?

Gökdelen yüksek yapımıdır, ya da yüksek yapılara gökdelen denebilir mi?

Yüksek yapı neden yapılır?

Gökdelen nedir? Yüksek yapı nedir? Önce bu iki tanımlama arasındaki farkı tespit etmemiz gerekmektedir.

“1969 yılında yayınlanan Mimarlık dergisinin..... sayısında Orhan GÖÇER, gökdelenleri doğuran etkenleri şöyle sıralıyor:

“- Şehirlerde kullanılan sahaların azalması,

- Buna paralel olarak kullanılacak arsa fiyatlarının baş döndürücü şekilde artması,

- Yine bunun neticesi olarak da arsadan azami kazanç temin etmek hırs ve arzusu,

- Teknik imkanların artması ve yüksek binaların yapımının artık zor olmaması,

- Firmalar arasındaki rekabetin, firmaların kudretini, içinde çalıştıkları binalarla reklam etmek arzusu gelir.

Ayrıca;

- Şehir nüfuslarının mütemadiyen artması nedeniyle, merkezlerdeki iş yerlerinin, artan çalışan insan nispetinde genişletilmesinin artık zeminde değil, binaların yükseltilmesiyle mümkün olduğunu da kabul etmek gerekir.”

Mısır’daki Keops piramidi, Babil’deki Etemenanki kulesi, Atina’daki Akropol, Roma’daki Petersdom, Paris’teki Eyfel kulesi benzer yüksek yapıların kategorik olarak dışında ifade edilen gökdelenlerin ilk örnekleri, 19. Yüzyılın sonlarında Chicago’da ortaya çıkmış, bundan sonra da ticari yönden dünya şehri olan New York ile Chicago arasında; “gök mimarlarının” yükselme rekoru kırma mücadelesi kıyasıya bugüne kadar devam etmiştir.” (İstanbul’un geleceği ve gökdelenler, 1991, İstanbul, Mimarlar Odası yayınları, sayfa: 13 – 14)

Altan Öke, “İstanbul’un geleceği ve Gökdelenler panelinde yaptığı konuşmada yüksek yapıları şöyle sınıflandırmaktadır:

“ Biz yüksek binaları kategorilere ayırıyoruz:

Bu bakımdan ben gökdelen kelimesinin, eğer kullanılacaksa üçüncü kategoriden, yani 25 kat sınırının üzerinden itibaren kullanılmasını doğru buluyorum. Yoksa doğrusu, yüksek binadır.”

İzmir Büyükşehir Belediyesi Yüksek yapılar Yönetmeliğinde ise, yüksek yapılar şöyle tanımlanmaktadır:

“2.01 - Yüksek yapılar: Yüksek yapı, genel olarak yakın ve uzak çevresini, fiziksel çevre, kent dokusu ve her türlü kentsel alt yapı yönünden etkileyen bir yapı (bina) türüdür”.

Yüksek yapıların sahip oldukları özellikler yönünden, diğer yapılara göre çok daha farklı olarak; yakın ve uzak çevresini, fiziksel çevre, kent dokusu ve her türlü kentsel alt yapı yönünden etkiledikleri belirtilmektedir. Bu da yükselme isteğine bağlı olarak, çevreyi ve kenti (insanları) etkilemek amacını taşıdıklarını göstermektedir. Belki de bu yükselme isteklerinin başındaki nedenlerden biri olarak, imaj yaratmak yer almaktadır. “Townscape” içinde diğer yapılaşmalardan ayrıcalıklı olarak bir “landmark” olma odak noktası yaratma arzusu, sahip olduğu teknoloji ve yükseklik ile gücün simgelenmesinin istenmesi ,... vb.

 

  1. Yüksek yapıların Dünya ve Türkiye ortamında yapılaşması
  2. Yüksek yapılar, öncelikle Amerika’da daha sonra Avrupa ve uzak doğu ülkelerinde kendini göstermiştir. Amerika’daki yapılaşma, bir yükseklik savaşı şeklinde bir süreci yansıtmaktadır. 1960 larda başlayan yüksek yapıların üretiminin hızlanması sürecinden kısa bir süre sonra Türkiye’de de yüksek yapılar yapılmaya başlamıştır. Türkiye’de yüksek yapıların yapımına başlanmasının nedenlerinin başında, şirketlerin imaj yaratma arzusu, güç ve zenginlik göstergesi yaratma arzusu geldiği söylenmektedir. İmar kurallarına göre yüksek yapı yapımı yasak olmasına rağmen, bazı özel koşulların zorlanması sonucu özellikle Ankara ve İstanbul’da yüksek yapılar yapılabilmiştir.

     

     

    Türkiye’deki ilk yüksek yapı projelerinden bazıları:

    Yapı Kredi Plaza İstanbul

    Sabancı Center İstanbul

    T.Şişe Cam Fabrikaları A.Ş. İstanbul

    Taksim Uluslar arasıturizm ve Tic. Mrk İstanbul

    Büyük Sürmeli Park Otel İstanbul

    Hyatt Regency Hotel İstanbul

    Şişli Kültür ve Ticaret Merkezi İstanbul

    Zincirlikuyu İş Merkezi İstanbul

    Maya-Akar İş Merkezi İstanbul

    Movenpick Radisson Hotel İstanbul

    Holliday Inn Oteli İstanbul

    Bosphorus Hotel İstanbul

    Spring Plaza İstanbul

    Polat Renaissance Otel İstanbul

    Yeditepe Otel ve İş Merkezi İstanbul

    Çırağan Oteli İstanbul

    Uluslar arası Turizm ve Tic. Merkezi İstanbul

    Üç-El İş Merkezi İstanbul

    Akabe Ticaret Merkezi İstanbul

    Mecidiyeköy İş Merkezi İstanbul

    Nova-Baran Plaza İstanbul

    Şişli İşhanı Ve katlı Otopark İstanbul

    Merkez Bankası binası İstanbul

    Töbank İş Merkezi İstanbul

    Net Otel İstanbul

    Sistem yapı Mecidiyeköy Otel ve İş Mrk İstanbul

    Zeytinburnu Gökdeleni İstanbul

    Ataköy Turizm Merkezi İstanbul

    Perpa İş Merkezi İstanbul

    Faal İş Merkezi İstanbul

    Mertim Mersin

    Sabancı Kız Öğrenci Yurdu Ankara

    İş Bankası Gen. Müdürlüğü Ankara

    Halk Bankası Gen. Müdürlüğü Ankara

    Sheraton Otel Ankara

    Kızılay İşhanı Ankara

    T. Kömür İşl. Gen. Müdürlüğü Ankara

    Stad Oteli Ankara

    Harbiye Orduevi İstanbul

    Sheraton Oteli İstanbul

    Etap Marmara Oteli İstanbul

    Y.K.B. Valikonağı Sitesi İstanbul

    Odakule İstanbul

    Ak Merkez İstanbul

    Hilton Oteli İzmir

    Ege Palas Oteli İzmir

    ...

     

  3. Yüksek yapılar ve planlama

İmar planlarında yüksek yapılar için belirlenmiş bölgeler ayrılmadığı için, Türkiye’de yüksek yapıların üretilmesi, mevcut planlara aykırı olarak, ayrıcalıklı imar hakları elde ederek, plan tadilatları yapılarak süregelmiştir. Türkiye’nin şehir merkezleri genellikle eski yerleşimlerin yer aldığı bölgeler olduğundan, bu bölgelerde yapılan yüksek yapılar mevcut kent dokusu ile aykırı düşmekte, ayrıca trafik, enerji,... gibi alt yapı sorunları doğurmaktadır. Bir dönem başlayan uygulama ile, yüksek yapıların yoğunlaşma talebi olduğu bölgeler “Turizm Alanı ve Turizm Merkezi” ilan edilerek, imar yetkisi yerel yönetimlerden alınarak merkezi yönetime verilmiş, özellikle kent merkezlerindeki bu “Turizm alan ve merkezleri”nde yüksek yapıların hızla yükseldiği tespit edilmektedir.

İstanbul’da yapılan İstanbul’un geleceği ve gökdelenler panelinde yaptığı konuşmada Oktay Ekinci bu konuda şunları söylemektedir:

“B.M.’e üye ülkelerin; 1972 Haziran’ında Stockholm’de kabul ettikleri Dünya Çevre Deklarasyonu’ nun, 1 no’lu prensip maddesinde şu ilke yer almaktadır:

‘İnsan, şimdiki ve gelecek nesillerin çevresini korumak ve geliştirmek için kutsal bir sorumluluk taşımaktadır. Bu sebeple ırk ayrımını, SÖMÜRGECİLİK ve diğer eziyet çeşitlerini, YABANCI TAHAKKÜMÜNÜ DESTEKLEYEN ve devamlı kılan politikalar yasaktır ve kaldırılmalıdır.’ Yani, yaşanılır bir çevreye kavuşulması için dünyada ortadan kaldırılması gereken ilk koşullar tarif edilmiştir.

İşte, bugün en başta İstanbul olmak üzere, büyük kentlerimizi tehdit eden gökdelenler, bu deklarasyonda sözü edilen “sömürgecilik” ve”yabancı tahakkümünü destekleyen “ politikaların tümüdürler.

Bir B.M. kuruluşu olan UIA da B.M.’nin bu görevi ile, kentlerin kimliklerinin korunması için dünya mimarları “sömürgeciliğe karşı dayanışmasının öneminin 1 Temmuz’larla vurgulanmasını kararlaştırmıştır.

Dolayısıyla, gökdelenlere karşı çıkmanın, bugün salt (soyut) bir “kültürel çevre koruması” kaygısının ötesinde, uluslar arası sermaye ağına karşı bir “demokrasi” ve “ulusal bağımsızlık” boyutu vardır. Bu boyut dikkate alınmadan, gökdelenlerin ardında yatan spekülatif ilişkilere karşı savaşım verilmeden, İstanbul’un geleceğinden gökdelenleri ve “talanı” silmek olası değildir.

Uluslararası yağma, elbette ki,”ilgili ülkelerce çıkar birliği içinde olduğu çevrelerin” sağladığı politik ve hukuksal olanaklarla gerçekleşme şansını bulmaktadır.

Türkiye’de, bu ilişkinin en etkili ürünü, “turizm merkezleri” uygulamasının başlatıldığı “Turizmi Teşvik Yasası” dır.

Bu yasanın, bir 12 Eylül dönemi düzenlemesi olduğu ve planlama bilimi ile yerel demokratik ilişkileri “yok sayarak”, kıyılardaki ve kentlerdeki en değerli arazileri yerli ve yabancı sermayenin “ekonomik kalkınma hedeflerine” teslim ettiğini biliyoruz.

İstanbul ve diğer bazı büyük kentlerimizdeki, özellikle gökdelen şeklinde gerçekleşen ve yanında mutlaka “ticaret” eklentileri de olan “turizm” yatırımları, bu yasaya dayanılarak, doğrudan hükümet kararlarıyla gerçekleşmektedir.

Turizmi Teşvik Yasası’nın “iptali”, ülkemiz için yaşamsal bir zorunluluk iken, yine bilindiği gibi Anayasa’nın geçici 15. Maddesi, bir 12 Eylül yasası olduğu için, bunu olanaksız kılmaktadır.

Buna karşın; son aldığımız bilgilere göre, Turizmi Teşvik Yasası’ında “değişiklik öneren” yeni bir tasarı hazırlanmıştır ve TBMM tatili bittikten sonra meclise sunulması düşünülmektedir.

İmar Yasası’ndaki değişiklik tasarısına koşut olarak, kentlerimize, “demokratik denetimden uzak” bir yöntemle doğrudan yağmaya açmada ikinci büyük yasal olanağı sağlayacak olan bu tasarı şu anda elimizdedir.

Tasarıya göre;

  1. Turizm Bakanlığı, dilediği arsayı, binayı ya da araziyi, nazım plan ya da çevre düzeni planı kararlarına bakmaksızın, “turizm merkezi” olarak ilan edip, yapılaşma koşullarını re’sen belirlemede, şimdikinden çok daha “özgür” ve “denetimsiz” olmaktadır.
  2. Bunun için, ilgili belediye meclislerinden ve İl Genel Meclis’lerinden “görüş alınması” bile kaldırılmaktadır. Böylece, yerel yönetimlerin, bakanlık tasarrufundan önceden haberdar olması ve gerektiğinde “ karşı çıkması” şansı da yok edilmekte, yani muhalefet olanağı da kaldırılmaktadır.
  3. Aynı amacı “ engelsiz” yürürlüğe sokabilmek için, her türlü SİT alanında da Koruma Kurulları’nın da “kararının olması” koşulu kalkmakta, Bakanlık Koruma Kurulu kararlarına uyup uymamada da “özgür” kılınmaktadır.

Görüldüğü gibi tasarı, hem demokrasiyi, hem de bilimi en gerici önlemlerle yok etmeyi amaçlamaktadır.

Tüm demokrasi güçlerinin, bu tasarının TBMM’den geçmemesi için, bütün olanakları ile savaşım vermeleri gerekmektedir.

Sonuç:

  1. Gökdelenler bir uluslararası “sömürgecilik” ve “yabancı tahakkümü” ürünüdür. Bu nedenle, demokrasiye ve ulusal bağımsızlığa indirilen darbelerin simgeleridir.
  2. Dünya Çevre Deklarasyonu uyarınca, bunlara karşı çıkmak, insanlığın esenliği için zorunlu bir uluslararası görevdir. 1 Temmuz, bu görevin ve savaşımın “kutlandığı” gündür.
  3. Ülkemizdeki bu yeni tehlikeyi daha fazla güçlenmeden önlemek ve başta İstanbul olmak üzere, kentlerimizi “sömürgecilikten” ve onun “gökleri delen kazıklarından” korumak için;

EN GENİŞ VE EN GÜÇLÜ TOPLUMSAL MUHALEFETİ BAŞLATMAK ZORUNDAYIZ.

BU HEM ULUSAL HEM DE EVRENSEL BİR GÖREVDİR.”

Aynı Panelde yüksek yapıları savunan bir üslup içinde Altan Öke yüksek yapılar ve planlama hakkında şunları söylemektedir:

“...Yani bugün, Amerika’yı eleştirebilirsiniz ama, zoning diye bir olay vardır. KAKS’ı kullanım amacını kontrol eder. Bir yenilik olarak, ufku kapatma kontrolü başlamıştır. Yani, herhangi bir arsada yapılan bina, o arsanın yüzde belirli bir nispetinden fazla ufku kapatamaz. En son olarak New York’da, perspektif çizgileri diye bir uygulama başlatılmıştır. Birtakım bina boyutları arasından belirli perspektif çizgileri tespit edilmiştir. O perspektif çizgilerinin arasına bina yapılamaz kuralı konulmuştur. Ama, Tulsa diye bir yer var Teksas’ta, belediye zoning kabul etmemiştir. Niye kabul etmemiştir? Biz zoningi kabul edersek; ya bir New York ya da Chicago ortaya çikar, bizim şehrin bir karakteri olmaz demiştir. Yani bilinçli olarak, başka şehrin taklidi olmasın diye zoning kavramını reddeden yerleşmelerde vardır dünyada. Bunun tam aksi, maalesef Türkiye bunların arasındadır, en kötü uygulamaya gidebilmektedir. Çekoslovakya’yı, Prag’ı örnek veriyorlar. Her olay tek tek, prensip itibariyle yüksek yapı yasaktır, ama müracaat olursa tek bina, tek teklif olarak uygulanmaktadır. İşte, en zararlısı budur. Çünkü, hiçbir kuralı yoktur.

...

En son, çok dağıtmadan siluet olayını geçelim. Konuşmalarının bir yerinde sayın dekan ATALIK: “ Kişisel olarak gökdelenlerden hoşlanmıyorum” dedi. Vejetaryenler et yemez ama, kalkıp da “ hayvan eti yemek yasaktır” diye bir kural koymuyorlar. Hayvan eti yemekten hoşlanmamak başka bir şeydir, yemeyi yasak etmek başka bir şey. Keza, doktor vardır akupunktura inanır, ilaç kullanmak istemez. Bu şahsi bir tercih meselesidir. Ama bir hastanenin başhekimi: “Bu hastanede ilaçla tedavi yasaktır, akupunktur tedavisini şart koşuyorum” dediği anda bu yanlıştır.

Özellikle, belediye gibi kamu müesseselerinin bu riske girmekten sakınmaları gerekmektedir. Bu toplantıda, hep bunu çağrıştıracak şeyler ifade edildi. “ Bu bina tipini kabul ediyoruz” deniliyor. Evet, bu bir bina tipidir. Nasıl tek katlı yapı bir bina tipi ise, çok katlı yüksek yapı da bir bina tipi olarak yapılacaktır. Sorun: Bu bina tipinin sakıncalarını en aza indirmek, yararlarını en çoğa çıkarmaktır.

...

En son olarak siluete değineyim. Şehirlerde yaşar. Şehirlerin silueti, karakteri ölü değildir. Şehir siluetleri; görünüşleri itibariyle, kentin sosyal ve ekonomik yapısını yansıtırlar. İstanbul’un tarihi siluetini ele alırsanız, askere dayanan bir imparatorluğun merkezi olduğunu ve dinin de çok önemli bir yeri olduğunu okursunuz. Camiler, saraylar bunun görüntüleridir. Siluet konusunda tutucular, muhafazakarlar “ şehirler karakterini değiştirmemeli” diyorlar. Çok cahil olanlar için, tarihi eser, saray, cami yoktur, kentin son görüntüsünde hangi özellik hakim oldu ise onu kabul ederler. Örnek olarak, bugün iş merkezi mi hakim oldu, bu yüksek binalar sarayı da, camiyi de bastırır. Nitekim Londra’da kentin merkezinde yüksek bina yasaklanmıştır. 15 yıl bu anlayış yürürlükte kalmış, sonra tam tersine her şey KAKS 5 ve sabit kalmak üzere serbest bırakılmıştır. Ama Londra, sarayın ve centrumun hakim olduğu bir şehir değildir artık. “Madem ki öyle değil, Londra da artık böyle görünür” diyorlar.

Bu iki görüşün ortasında ılımlılar var. Ilımlılar, belirli bölgelere bu yapıları sokmayalım, tarihi bölgelere faaliyeti sokmayalım diyorlar. Bakınız, işin püf noktası burada; faaliyet girerse yapı talebi girecektir. Yükselme şansı bulamazsa, yapı talebi Mahmutpaşa örneğinde olduğu gibi yerin altına girecektir. Herkes biliyor, Çiçek Pasajı’nda aynı şeyi yaparken bina yıkılmıştır. Demek ki, tarihi çevreye faaliyeti sokmamak gerekmektedir. O taktirde, şehrin eski havası yaşayacaktır.”

Görüldüğü gibi yüksek yapıya karşı olan düşünce ile, yüksek yapıyı savunan düşüncenin kendilerine göre haklı yanları bulunmaktadır.

5.İzmir’de yüksek yapıların irdelenmesi

İzmir’de yüksek yapıların üretilmeye başlanmasının ardından, bu yapıların ayrı bir yönetmeliğe tabi olması gerektiği düşüncesi ile, Büyükşehir belediyesi, “İ.B.B. yüksek Yapılar Yönetmeliği” ni uygulamaya koyarak, bu tip yapılaşmanın denetim altına alınmasında bir adım atmıştır. Bu yönetmelik gereği meslek odaları da konu olan yüksek yapı projesi için görüşlerini ortaya koymaktadırlar. Bugüne kadar yapılan ön olur taleplerinin bir çoğunda meslek odalarının çekince raporlarının yer almasına karşılık, ön olur ve yapı ruhsatı verilen bir çok yüksek yapı, belediye yetkisi ile üretilmeye başlanmıştır.

İzmir’de bu yönetmelik kapsamına girerek yüksek yapı olarak gündeme gelen projeler şunlardır:

- Alak Otel Çankaya

- İşbirliği Alışveriş Mrk. Balçova

- Dünya Ticaret Sarayı Basmane

- Diana Otel Çankaya

- EBSO Center Çiğli

- Tokkent Yapı Koop. Karşıyaka

- M.M.O. İş ve Sosyal Hizmet Binası Salhane

- Özdilek Turizm ve Alışveriş Mrk. Balçova

- Birlik İnşaat Binası Alsancak

- Aksoy Plaza Alsancak

Bu yapılar aslında yükselerek, zeminde daha fazla açık alan yarattığını söylemi altında tam tersi, zemin, ve alt katlarda arsalarının maksimum alanlarını kullanmakta, imar haklarının üzerinde yükselmeye başlamaktadırlar. Örneğin Basmane Dünya Ticaret Merkezi 9 kat yüksekliğinde gabari hakkını kullandıktan sonra, iki adet kule ile bu gabarinin üzerinde ayrıca yükselmektedir.

6.Sonuç

Her ne kadar yönetmeliğe tabi olsa da, yönetimlerin farklı tutum ve davranışları ile, mevcut plan üzerinde noktasal olarak yükselen yüksek yapılar, kent bütünü içinde kendilerine uygun yükselecek yer bulmalıdırlar. Bu yapılaşma, onlara ayrıcalıklı imar hakları ve yoğunlukları kazandırmak yolu ile değil, zeminden küçülerek, hakkı olan yapı alanını yükselme şeklinde kullanarak, ama kendilerine bütüncül planda özel olarak ayrılmış bölgelerde olmalıdır. Bu tutumun hem kent silueti açısından, hem de alt yapı sorunlarının doğmaması yönünden daha tutarlı olacağı kanısındayım. Bütüncül planda yapılacak çalışmalar sonucu özellikle İzmir için bazı bölgelerinin buna uygun olduğu doğrultusunda, bu bölgelerde yapılacak düzenleme ve alt yapı olanakları ile yapılaşma koşullarının da saptanarak, sağlıklı bir yapılaşma süreci oluşturulabileceği mümkün görünmektedir.

Geri